Dört Mevsim Beş Vakit Hüzün

Kategori:

Yazar: Faik Öcal
ISBN: 978-605-5676-68-1
Sayfa Sayısı: 128
Ebat: 13,5×21 cm
Kağıt Kalitesi: 70 gr. Enso
Kapak Cinsi: Amerikan Cilt
Dil: Türkçe
Fiyatı: 28 TL
Çıkış Tarihi: Eylül 2012 (Satış dışı)
Basım Bilgisi: 1. Baskı
Kategori: Öykü

İnsanın kendisi Dört Mevsim Beş Vakit Hüzün değil midir, bir sonbahar sabahı ansızın dünyada gözlerini açan yahut bir ikindi yağmurunda hayat yolculuğuna başlayan. İnsan ilkbahardır kimi zaman, sabah kuşlarını iç cebinde taşıyan. Kimi zaman da yazdır öğle sıcağında Asr’a tutulan, dehrinde unutulan, bir garip vakti hazan. Ve hitamında kıştır insan bütün yaşanmışlıkları, hayalleri eksik ve yarım bırakarak yolculuğunu noktalayan.
Bir sonbahar vakti Ferhat bekler mi hâlâ Mihrican’ı? Ben tutanakçısıyım sadece, yüz çizgilerinde acısını gizleyen. Duydum lakin Ferhat’ın feryadını, yitimini ve umudunu. Mihrican mı?
Hep bir üniversiteli uykusunda, sabah kapısında uçarı, hercaimenekşe…
Gün ortasında babasının saçlarını topluyordur okumaya sevdalı Zuhal. Elinde kalan kardeşiyle, yitip giden annesinin hayaliyle… Sonra gözlerime dolanıp duran yetim bulutlarla… Hep Zuhal’ın hatırası, gün ortasında asılı…
Sonra ikindi sularında nasırlı ellerini yıkayan Samet, ömre hazan. Yıldızları kaybolmuş bir başka sonbahar mağlubu. Öyküsü göz pınarlarımda yıkanan, arınan, kutsanan…
Ne vakit bir sonbahar akşamında çocuklar görsem, düşer Gül’ün acısı kalbime. Ne vakit çocuklu bir anne görsem titrer Gül’ün silueti gözbebeklerimde. Derim ki kimi ömürler bir güz akşamında solan bir Gül’dür, kimselerin görmediği, alıp vermediği, dokunamadığı.
Bir başka sonbahar gecesini yorgan yapıp kitaplarının gölgesinde ölüme yatan Rıza, uyandırılır “ilahi el” tarafından son anda. Pek aşina ve pek uzak bir hikâye ve hep o dua: “Rabbim uzak kılsan da beni kimi zaman kendinden imtihan gereğince, ne olursun yalnız bırakma tek bir gece.”
Bir kış sabahı dağlardan kopup gelmiş bir tilki bölerse sabah uykumu, hep aynı lojman griliğinde trajikomik hikâyeyi anlatıyorumdur, son anda ajanslara girmekten kurtulmuş.
Ve Kamelya… Kışın gün ortasında solan kardeş yangını… Gecenin geç vakti yolculuklardan derlenmiş. Sadece şahit olduğum, hiç unutmadığım.
Ah Loki! Sen de çekip gider miydin aramızdan hasretlik kokan ikindi sularında. Gidişin sessiz sedasız olmuştu. Dönüşünse pek kalabalık… Bütün tanıdıklar hâlâ bekliyoruz kaza mahallinde.
Sonra gece yarısına beş kala kaldırımlarda unutulan bir cesettir Necdet, yetim annesinin göz bebeği. Bakamıyorum annesinin yetim oluşuna ya da kanlı gözyaşlarına. Necdet’in cesedinin başında beklerken anladım, ağladım.
Ve ayrılığın hazin şarkısı Hasan, kış gecesiyle kopup gelen… Gördüm hesabının nasıl görüldüğünü, hem yerin altındakilerin hem de yerin üstündekilerin. Gördüm ve ibret aldım. Bir garip tutanakçıydım hep.
Her ilkbahar sabahında Berfin’in babasızlığına uyanırım, Zap Suyu’nun sesinde. İnsan babasız da yaşayabiliyormuş, ama eksik, ama müşkül, ama güç bela.
Gençliğin baharında avdan dönüyordur Mele Musa. Gözleri mi? Yitimdir bahar güneşinin ortasında.
Yanlış zamanlarda yanlış yerlerde acıya müpteladır Faruk, ismiyle müsemma, Nehil Çayı yangını. Bir daha genç olmayacak mesela, cep telefonuna şekiller çizmeyecek, sonra çoluk çocuk sahibi olamayacak.
Muzip bir gülüş, babasının göz nuru Delil, hiç yoktan masum ama hınzırca hazırlanmış bir oyuna gelerek, son şarkısına duran kuğu misali, canhıraş, ağrılı, sızılı.
Bir yatsı vakti arkadaşlarıyla caminin yolunu tutacak Azat, teravih için, olacaklardan habersiz. Düğmesi kopacak ve dünya başına yıkılacak. Hep bir düğme yüzünden, tek bir düğme yüzünden.
Bir yaz sabahı indirmişimdir başımı göçerlerin dengine, siyah benekli kuzumla, yol alıyorumdur iç dünyamdan ötelere, hep 1980’li yılların başında. Ama bir ayrılık gelecek uzak beldelerden, ayıracaktır kuzumu benden.
Sonra öteki oyun arkadaşlarım, Dengir ve Muğdat, çocukluk anılarından ödünç alınmış buğulu atlas. Yine kesmek isteriz düğün konvoylarının önünü, gelen giden olmaz. Ne Fırat ne de Muhammet.
Çobanlar ömürlerini demliyorlardır uzak dağ başlarında, köz ateşinde pişirilmiş bir çayın buğusunda. Mahzun olan isim mi? Fako! Yani eyvanında bir umut, uzun yaz gecelerinde, sabahlara yakılmış bir türkünün içinden kopup gelen. Bizim türkümüzdür Fako, okunup durulan. Ben dinledim ve kaydını tuttum.
Ya Kendal! Bir yıldız kaymasıdır o, Dört Mevsim Beş Vakit Hüzün.